9 Temmuz 2016 Cumartesi

Uzupis Cumhuriyeti (Vilnius, Litvanya)

Kuşkusuz ki çoğumuz hayatımızda en az bir kez nasıl bir ülkede ve toplumda yaşamak istediğini, bu ülkenin koşullarını ve yasalarını düşünmüş ve kendimize ait bir ütopik ülke oluşturmuşuzdur. Kendi ütopyamıza en çok uyan ülkeyi de araştırmışızdır. 
-Gereksiz bir bilgi belki ama Mercer'in araştırmasına göre son yedi yıldır olduğu gibi birinci yine Viyana olmuş.-
Şimdi size benim ütopyama en çok uyan ülkeyi tanıtacağım ; Uzupis Cumhuriyeti.
Gayri resmi ve ironik bir cumhuriyet olsa da elçilikleri bile var.
Bir cumhurbaşkanına on bir askerlik orduya ve kırk bir maddelik bir anayasaya sahip.
Ütopyanın devlet sokağında yaşadığı ve sanatla harmanlandığı yer olarak tanımlanabilir.
Tarihine gelecek olursak Sovyetler döneminde fazlasıyla tahrip edilmesinin ardından suç oranının yüksek olduğu terk edilen bir yer haline geliyor. Daha sonra ülkedeki bazı sanatçıların ve gençlerin ortak çabaları ile yaşanılabilecek bir alan haline getiriliyor. Bugün birçok sanatçı çalışmalarını burada-Litvanya'da yapıyor ve burada yaşıyor. Haliyle Uzupis kendini “sanatçı cumhuriyeti” olarak tanımlıyor. Şair ve yönetmen olan Uzupis Cumhurbaşkanı Romas Lileikis'e göre Uzupis, mekansal bir aidiyet olmaktan öte zihinsel bir aidiyet.
Litvanya'da her yıl Nisan ayının ilk gününde Uzupis'in bağımsızlığını kutlamak için Cumhurbaşkanı Romas Lileikis ve Uzupis'in on bir askeri köprüye gelip Uzupis'e girebilmek için bekleyenlerin vizelerini kontrol ediyorlar. Daha sonra kırk bir maddeden oluşan ve gerçekten harika bulduğum
 -dünyanın en güzel anayasası olmaya aday olan-
anayasalarını okuyorlar.
İşte “O” anayasa :
1- Herkesin Vilne Nehri'nin yanında yaşamaya hakkı olduğu gibi Vilne Nehri'nin de herkesin yanından akmaya hakkı vardır.

2- Herkesin sıcak suya, kışın ısınmaya ve başını sokacak bir yere sahip olmaya hakkı vardır.

3- Herkesin ölmeye hakkı vardır; fakat bu bir zorunluluk değildir.

4- Herkesin hata yapma hakkı vardır.

5- Herkesin bireysellik hakkı vardır.

6- Herkesin sevmeye hakkı vardır.

7- Herkesin sevilmemeye hakkı vardır; fakat bu zorunlu değildir.

8- Herkesin bilinen veya ünlü biri olmama hakkı vardır.

9- Herkes aylaklık yapma hakkına sahiptir.

10- Herkes bir kediyi sevme ve ona bakma hakkına sahiptir.

11- Herkesin bir diğerinin ölümüne kadar bir köpeğe bakma hakkı vardır.

12- Bir köpeğin köpek olmaya hakkı vardır.

13- Kedi sahibini sevmek zorunda değildir, ancak zor zamanlarda sahibine yardım etmelidir.

14- İnsan bazen görevlerinin farkında olmama hakkına sahiptir.

15- Herkesin tereddütte olma hakkı vardır; fakat bu o kişinin görevi değildir.

16- Herkesin mutlu olmaya hakkı vardır.

17- Herkesin mutsuz olmaya hakkı vardır.

18- Herkes sessiz kalma hakkına sahiptir.

19- Herkes bir şeye inanma hakkına sahiptir.

20- Kimsenin şiddete başvurma hakkı yoktur,

21- Herkesin kendi acizliğinin ve muhteşemliğinin farkına varma hakkı vardır.

22- Herkes sonsuzluğa karşı gelme hakkı vardır.

23- Herkes anlama hakkına sahiptir.

24- Herkes hiçbir şey anlamama hakkına sahiptir.

25- Herkesin birden fazla milliyete tabi olma hakkı vardır.

26- Herkesin kendi doğum gününü kutlama ya da kutlamama hakkı vardır.

27- Herkes kendi adını hatırlamalıdır.

28- Herkes sahip olduklarını paylaşabilir.

29- Kimse sahip olmadığını paylaşamaz.

30- Herkesin erkek-kız kardeşi ve anne-babası olmasına hakkı vardır.

31- Herkes bağımsız olma yetisine sahiptir.

32- Herkes kendi özgürlüğünden sorumludur.

33- Herkesin ağlamaya hakkı vardır.

34- Herkesin yanlış anlaşılmaya hakkı vardır.

35- Kimsenin başka birisini suçlu göstermeye hakkı yoktur.

36- Herkesin kendine özel olma hakkı vardır.

37- Herkes hiçbir hakka sahip olmama hakkına sahiptir.

38- Herkesin korkusuz olmaya hakkı vardır.

39- Yenilme.

40- Kavgaya karşılık verme.

41- Teslim olma.


(Biraz Mevlana'nın 10 öğüdü gibi geliyor, kabul. Ancak yine de çok hoş değil mi?)




30 Mayıs 2016 Pazartesi


Eski fotoğraflara bakıyordum ki ne kadar güzel günler ne hoş anılar yaşamışım aslında. Ama bunu ancak şimdi fark edebiliyorum. bu anıları yaşarken bu kadar büyülü değillerdi. Belki o an kendimi kendimden soyutlayıp anın büyüsüne kapılamadığımdan belki de o anlara dair baktıkça içimi dolduran garip nostalji hissinin ve esen ılık özlemlerin riyakarlığından. O zamanlardaki ben, kendimi büyük görürken -ki bi insan ne kadar büyüyebilir?- şimdi hala aptal ve hala toy geliyorum kendime. Büyük ihtimalle -aslında baya baya ama her zaman aksi bi ihtimal vardır,bu da evrendeki olasılıkların azizliği olmalı-şu anda da böyleyim. Pessoa, insanlığın en büyük laneti bir şeyi geçip gittikten sonra değerini anlamasıdır der ve bu gerçekten çok doğru. Muhtemelen bugün de muhteşem bir gün geçirdim -aksilikler olsa bile- ama farkında bile değilim. Zaten yüksek farkındalık da kendisiyle yaşanabilecek bir olgu değil-neyseki..

25 Aralık 2015 Cuma

1. Van Gogh’s Chair, Vincent van Gogh
2. Wheatfield with a Reaper, Vincent van Gogh
Wheatfield with a Reaper , Van Gogh’un klasik fırça darbeleriyle bezenmiş tatlı bir resim. Aldous Huxley, Algının Kapıları adlı kitabında, bu fırça darbelerinin aslında var oluşun bizzat kendi titrekliğine işaret ettiğini söyler. Bir deney amacıyla düzenli olarak Kızılderili rituellerinde kullanılan bir kimyasal olan Mescaline’ adlı uyuşturucu maddeyi kullanan Huxley, deneyimlerini yazarken “eşyaların, maddelerin ve hatta zamanın ta kendisinin özünü kendilerini çevreleyen titrek bir aura gördüğünü” söylemektedir.
Bir gün kendisi, Van Gogh’un sandalye resmini görür ve daha önce fark etmediği bir şokla ağzı açık kalır: bu sandalye çizimi, kullanılan renkler ve fırça darbelerinin titrekliği, tıpkı mescaline deneyimi altında gördüğü “öz”ün neredeyse birebir kopyasıdır. Bu noktada, Van Gogh’un asıl yeteneğinin aslında hiç birimizin fark edemeceği kadar bir bilinçaltı düzeyde olan “var oluşun özünü” görme kabiliyeti olduğunu söyleyenebilir.
Dolayısıyla, Van Gogh’un bu özel fırça darbeleri, dünya üzerinde bulunan her maddenin kendi yaydığı o titrek enerjisini sembolize etmektedir. Bu resimde de, bu başak tarlasının adeta rüzgarın altında nasıl kıpraştığını ve hatta bunun ötesinde dağların ve gökyüzünün de kendi enerji rüzgarı altında var oluşlarının kendi bizzatözüyle nasıl da titrediklerini görmekteyiz.
Van Gogh, işte bu nedenle, her şeyi, “olduğu gibi” görebilmesiyle ve bunu muazzam bir şekilde resime yansıtabilmesiyle sanatta başlı başına bir kilometre taşıdır. Bizim Van Gogh’a bu denli aşık ve bağlı olmamızın sebebini ise, (başka hiç bir ressam popüler kültürde bu kadar tutulmamış, metaya çevrilmemiş ve bu kadar konuşulmamıştır.) işte tam da buna bağlıyorum: herkes kendi bilinçaltında eşyaların kendi varoluşuna hakimdir. Fakat yoğun yaşantımızda bunu unuturuz. Van Gogh ise bize bunu hatırlatır. Kendi var oluşumuzu ve özümüzün enerjisini. Bir bardağa uzun süre odaklandığınızda, o bardağın, nasıl da öylesine ve olduğu gibi durduğunu fark eder, uzun bir odaklanma sürecinden sonra ise kendi içindeki enerjisel aurayı fark etmeye başlarız. İşte bu enerjiyi resme dökebildiği için Van Gogh’u severim. Hem de böylesine trajiik ama böylesine mutlu bir hissi aynı anda bize yansıtabildiği  için.

18 Aralık 2015 Cuma

“Life has no meaning the moment you lose the illusion of being eternal.”
Jean Paul Sartre
Sonsuz olmanın ilüzyonunu yitirdiğini anda hayat tüm anlamını yitiriyor demiş Sartre.
Bir kere de siz düşünün
Ruhunuz yok, hissettiğiniz her şeyin birkaç hormon ve birkaç elektrik sinyali olduğunun farkındasınız, eğer yeterince kültürlüyseniz bakın, bir anlığına sadece, dinler, sevap ve öbür dünyada kavramlarının sadece bir avuç insanın aslında anlamsız olan bu dünyaya katmaya çalıştığı masallar olduğunu düşünün.
Bir kere düşünün,
Ya öldükten sonra yok oluyorsanız tamamen?
Sonsuz bir yokluk düşünün.
Yaptığınız ve yapacağınız her şeyin sorumlusunun sadece siz olduğunu düşünün, suçu alabileceğinizi tanrı ve bir kader yok.
Tüm sorumluluğu alabilecek kadar güçlü olabilir miydiniz?
Hayatınızda şu an ne değişirdi?
Ne yapardınız?
Nasıl davranırdınız?

Bu sefer de siz düşünün. Sözlerimi burada bitiriyorum.

17 Aralık 2015 Perşembe

İyi geceler

         İyi miydi akşam?
         Sahiden
         Sonunda sabahın olması mı sizi teselli                    ediyordu
         Yoksa
         Karanlığa alışmış yüreğiniz, gündüzden                kaçmak için can mı atıyordu?
     Her neyse, ciddili iyi geceler
   
Not : Ne kadar aksini iddia etsem de aynı yerde dönüp dolaşıyorum . Newton amcanın evrensel kütle çekim yasasına kanıt gibiyim şu insan halimle.